Parsellenen sinema için doğru seçim

”Paris hep aşk kokmaz” diye düşünüyorum.. Hele Paris’te mevsim sonbahar ise, aşk ve hüzün; aldatma ve ikircikli duygular da beraberinde hazırdır. Aşık olana da aldatmak isteyene de her yer Paris’tir bazen.

Derler ki, başlangıçta insanların dört eli, dört ayağı ve tek bir baş üzerinde zıt yönlere bakan iki yüzü varmış. Bu iki yüz, insanlara eşi benzeri görülmemiş bir kibir veriyormuş. Olimpos’un kudretli tanrısı Zeus, insanların bu kibrini dindirmek için onları tam ortasından ikiye ayırmış. İnsanın kibri dinmiş dinmesine; ama bu sefer de kendisinden koparılıp alınan diğer yarısını özlemeye, hayatı boyunca onu arayıp tekrar bir olmak için uğraşmaya başlamış. Bu hale aşk denilmiş.

Zeus’un insanları ayırıp onları aşka düşürmesinin üzerinden yüzyıllar geçti; bu sırada sanatta, felsefede, dinde ve bilimde; yerde ve gökte, kısacası elinin uzandığı her yerde aşkı, köklerini ve mantığını aradı insan; lakin bulduğunda da hep aldattı… Olimpos’ un çapkın Tanrısı Zeus herkesi baştan çıkardı, tek eşliliği neredeyse lanetledi; aldatmak da erkek için geleneksel hale geldi ve kadına sadakat rolü biçildi. Peki, aynı duyguları kadın yaşarsa? Ya kadında iki erkeği idare etmek ve yakalanınca sonuna kadar inkarcılık gibi bir davranış tarzı içine girerse neler olur?

Maskülen gibi algılanan ve eril olana hak görülen ”aldatma güdüsünün” kadında da çok tutkulu ve yalan silsilesi ile işlediğini, bu hafta vizyona giren ”Bıçağın İki Yüzü” filminde net olarak gördük..!

72. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde Claire Denis’e En İyi Yönetmen dalında Altın Ayı getiren filmin başrollerinde Juliette Binoche ve Vincent Lindon yer alıyor.

SADAKATSİZLİK GELENEĞİ VE BIÇAĞIN İKİ YÜZÜ

Sarah ve Jean orta yaşlarında tutkulu ve aşık bir çifttir.. Uzun yıllara yaslanan ilişkilerinin çok uyumlu olduğunu, filmin daha açılış sekansında görüyoruz; denizde yüzerken, alışveriş yaparken, mutfağı paylaşırken, işten eve döndüklerinde ve de gün içinde telefonda konuşurken..

Jean’ ın eski bir Rugby oyuncusu olduğunu, filmin ortalarına doğru isyankar hallerinden öğreniyoruz;çünkü futbolu bırakmış olması kendi tercihi ile olmamıştır. Uzun süren bir cezaevi süreci sonunda bambaşka bir yaşama atlamış olan Jean’ ın siyah bir kadından olan ve siyah özelliklerinden dolayı kimlik bunalımı yaşayan ergen bir erkek çocuğu da vardır.

Radyo Programcısı olan Sarah’ ın da geçmişte, yani Jean’ dan önce bir aşk yaşadığını ve o aşkın yaşattığı tutku ve hezimetten kaynaklı olarak Jean’ ı sakin bir liman gibi görüp sığındığını anlıyoruz. İşin buraya kadar olan kısmının, filmi sıradan bir aşk öyküsüne indirgeyip; Paris’ in cazibesine ve hafif rüzgarlı mevsimin dokusuna uygun hale getirdiğini görerek ” ne olacak?” diye merakta bırakması da bir prolog gibi gelebilir; lakin İşler buradan sonra çetrefilli bir hale geliyor; çünkü Sarah’ ın eskiden aşık olduğu adam olan François, Jean’ ın eski arkadaşıdır. Jean onunla yaptığı bir işten maddi ve manevi anlamda zarar görmüştür. Sarah ile birlikte bir partiye gittiklerinde, jean ile de orada tanışmışlardır ve jean o sırada evlidir. François’ ın ilgisiz ve bencil tavırlarından dolayı acı çeken Sarah evli ve sadık bir erkeği daha cazip bulup ona doğru yelken açmıştır. Tabii Jean çoktan boşanmıştır ve şu an Sarah ile mutludur; tabii ki bir gece François’ den ansızın gelen ” geri dönüyorum” mesajına ve tekrar iş yapacağız, hazır ol ültimatomuna dek!

Sarah’ın 10 yıl evveline dönüp depreşen duyguları, Jean’ ın aldatılma ve ortada kalma korkusu, François’ in zehirli cazibesi ile bir kaçamak ve tutku üçgeni başlar.. Herkes nereden ve kimden kaçmak istese mıknatıs gibi oraya itilmektedir.

Sarah başta Jean’ ın bu iş ortaklığından zarar göreceği kuşkusu ile hareket eder ve François ile artık ilgilenmediğini hissettirir gibi gözükse de ona hala aşıktır; Jean ise Sarah’ ın iyi niyetiyle hareket edip artık François ile ilgilenmediğini düşünse de tedirgindir..! Ve François ile 10 yıl sonraki ilk karşılaşma, iplerin koptuğu andır.. Kameranın ağır çekiminde tutkuyu ve kalp çarpıntısını; aşkı ve nefreti seyirciye dibine kadar yaşatan senariste, yönetmene, kameraman ve görüntü yönetmenine binlerce teşekkür..! Farklı bir aşk ve aldatma öyküsünü; kadın veya erkekte, nerede ve kiminle yaşanırsa yaşansın yok edilemeyen inkarcı tutum ve ikircikli duyguları içinde seyirciye başarı ile ulaştıran herkese çok teşekkürler..! Filmin bundan sonra nasıl işleyeceğini anlatmaya gerek yok; zira mutlu sonla biten aşk ve aldatma öyküsü tarihte yok.

Fransızların efsane oyuncuları Juliette Binoche ve Vincent Lindon inanılmaz bir samimiyetle oynarken; yine François’ da harikalar yaratan Gregoire Colin’ in zehirli ve narsist karakter betimlemesi filme inanılmaz tat veriyor.

Bu film, haftalardır aksiyon ve savaş sahnelerinin vizyonu parsellediği sinemalarda Eylül için çok romantik ve doğru bir seçim.

Hepinize iyi seyirler diliyorum…

Özlem Kalkan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir